🇹🇷 TEKİRDAĞ FOTOĞRAFLARI 🍒 https://goturkiye.com/https://www.instagram.com/tekirdagsehirhttps://www.facebook.com/tekirdagresimleri https://x.com/tekirdagsehrihttp://www.youtube.com/tekirdagsehrihttps://www.dailymotion.com/tekirdagsehrihttps://vimeo.com/tekirdagsehrihttps://www.flickr.com/tekirdagresimleri/http://serkanphoto.tumblr.com/ https://tekirdagsehri.wordpress.com/https://tekirdagsehri.blogspot.comhttps://tekirdagresimler.tr.gg

TEKİRDAĞLI TARİHİ KİŞİLER


KAPTANI DERYA TEKİRDAĞLI GAZİ HASAN PAŞA: 
Her ne kadar Cezayirli Gazi Hasan Paşa adı ile tanınmış ise de aslen Tekirdağlıdır. Büyük ve dikkatli bir tarihçi olan Cevdet Paşa ile Netayic-ül Vukuat yazarı Mustafa Paşa ve Enveri Tekirdağlı olduğunu bildirirler.


Cezayirli Gazi Hasan Paşa, (d.1713 - ö.17 Mart 1790) III. Selim saltanatında 3 Aralık 1789 - 17 Mart 1790 tarihleri arasında sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamı ve askeridir. Evcilleştirdiği bir aslan ile birlikte dolaşması ile meşhur olmuştur. Palabıyık lakabı ile anılırdı.
  
Gürcü kökenli olan Hasan Paşa küçük yaşta İran sınırında satın alınarak bir köle tüccarı tarafından Tekirdağ'daki bir tüccara satıldı ve efendisinin gözetiminde yaşamaya başladı. Birkaç yıl sonra azat edilen Hasan Paşa, ticarete atılıp Tekirdağ'dan ayrıldı. 1735-1739 Osmanlı-Rus-Avusturya Savaşı sürecinde Yeniçeri ocağına katıldı. Özellikle Belgrad Kuşatması'ndan  kahramanlık gösteren Hasan, Tekirdağ'a tekrar dönüp kendisini azat eden tüccar efendisinin kızıyla evlendi. İleriki yıllarda ele geçirdiği bir gemiyle şöhretini duyduğu Cezayir yiğitlerine katılmak adına Cezayir'e giden Hasan orada başlangıçta kabul görüp kendisine ele geçirdiği gemi bağışlandı ve bir zaman sonra Tilimsan şehrinin sancak beyliğine getirildi. İşler iyi giderken de muhalifleri olan Hasan Bey, Cezayir'de kısa zamanda sert tepkiler almaya başladı ve kaygılanarak Avrupa üzerinden İstanbul'a geri döndü. Cezayir dayısının kendisini ihbar etmesi nedeniyle İstanbul'da tutuklanan Hasan Paşa, daha sonra aklandı.
1761'de Osmanlı donanmasına kalyon kaptanı olarak alınan Hasan Bey, bir sene sonra piyale rütbesine ve nihayet 1767'da kapudane olarak paşa unvanı aldı. 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı içinde olan Akdeniz bünyesindeki deniz çarpışmalarında Rus donanmasıyla karşı karşıya gelen Osmanlı donanmasının başındaydı. Rus amiral Spiridof ile olan mücadelede her iki kaptanın da gemisi battı ve çatışma sonuçsuz kaldı. 


Daha sonra iki donanma da çekildi, ama Osmanlı donanması hareket kabiliyetini kısıtlayacak şekilde Çeşme Limanı'na girdi ve bunun üzerine Rusların gönderdiği yakıcı gemilerle kıstırılmış donanma yakıldı ve 6 Temmuz 1770 Çeşme Baskını yaşandı. Bozgun haberini derhal Bâb-ı Âli'ye aktarmak için Çanakkale Boğazı'na kadar gelen Hasan Paşa'ya Beylerbeyi rütbesi verildi.

Çeşme Faciası sonrası inisiyatifi ele geçiren Rus donanması Limni Adası'nı kuşattı, yetersiz desteğe rağmen harekete geçen Hasan Paşa, bir gönüllü grubuyla gizlice adaya gitti ve Rusları kayıp verdirerek püskürttü (22 Ekim 1770). 1770 yılının Kasım ayında vezaret rütbesiyle Kaptan-ı derya ilan edilip gazi unvanı verildi ve boğaz bölgesinde başkomutan tayin edildi. Sultan III. Mustafa ölünce donanma komutanlığından alındı ve Rusçuk seraskeri görevine atandı.

1774 sonrası yeniden Kaptanı derya görevine getirildi ve bilhassa I. Abdülhamid devrinde devlet idaresinde büyük bir nüfuza sahip oldu. Bu süre zarfında devletin merkezi idaresini ele aldı ve Suriye/Filistin (1775), Mora ve Mısır'daki (1786-1787) isyanları bastırdı. 1779 yılında Mora'da vergi toplayıcılığı (muhassıllık) hakkı elde etti.

Avusturya ve Rusya ile olan savaş nedeniyle payitahta çağrıldı. 1787 tarihinde başlayan Osmanlı-Rusya & Osmanlı-Avusturya savaşlarında Rus cephesine atanan Cezayirli Gazi Hasan Paşa, Özi Kalesi'nin müdafaası için mücadele edip başlangıçta yenilse de sonradan Rus donanmasına karşı zafer kazandı; ancak Özi'nin düşüşü engellenemedi. Bu kayıp paşanın şöhretini sarstı ve Özi'nin düşüşü sonrası felç geçirip ölen I. Abdülhamid yerine tahta geçen III. Selim tarafından Kaptan-ı derya makamından alınıp İsmail Kalesi'ne serasker olarak atandı. Bu kararın, III. Selim'in şehzadeliği sırasında tahta geçmek için yaptığı hamleyi dönemin sultanı I. Abdülhamid'e ihbar edenin Hasan Paşa olmasından kaynaklandığı iddia edilse de III. Selim'in onu daha sonra sadrazamlığa getirmesi sonucu bu iddia eksik kalmaktadır.

Serasker olarak atandığı İsmail Kalesi'nde Rusları mağlup etti ve İsmail Kalesi'ni kurtaran Hasan Paşa, iki kez Ruslara yenilen 3 Aralık 1789'da Kethüda Hasan Paşa yerine sadrazam ve serdar-ı ekrem tayin edildi. Savaş süresinde III. Selim'den sınırsız yetki aldı ve sert tedbirler uyguladı. Yaklaşık 4 aylık sadrazamlık dönemini tamamen cephede geçiren Hasan Paşa büyük başarılar kazansa da, çok sert tedbirler aldığı ve aşırı cezalara kaçtığı için çokça eleştirildi. 30 Mart 1790'da Şumnu'daki merkez karargahta öldü ve şehirdeki Bektaşi tekkesine defnedildi.

Klasik devirde coğrafya ve denizcilik faaliyetlerinin örneklerini sunan Osmanlı Devleti'nde 18. yüzyılın sonlarında Rus donanmasının Baltık'tan Akdeniz'e gelip gelemeyeceği tartışılmaktaydı. Hatta Bâb-ı Âli, Fransız elçisi Comte de Saint-Priest'nin Rus donanmasının gelebileceğine dönük sonuçsuz uyarıları da kayda geçti. Bu olay sonucunda Çeşme Baskını'yla biten Osmanlı-Rus deniz savaşı yaşandı. Bu bozgunun akabinde Gazi Hasan Paşa, tavsiye ve uyarılarla padişahı bilgilendirdi. 


Özellikle donanma personelinin eksik bilgi ve tecrübesi, gemilerin hatalı tasarımı ve teknik anlamda düşmandan geri kalınması konularında fikir belirtti. III. Mustafa'ya olan tavsiyesiyle 1773'te İstanbul Teknik Üniversitesi'nin de atası olan Mühendishane-i Bahr-i Hümayun'un kurulmasını sağladı. Sadrazam Halil Hamid Paşa döneminde, Hasan Paşa okula yabancı hocaları getirterek özellikle istihkam, top dökümü ve topçuluk alanında önemli derslerin verilmesi sağladı. Kişisel servetini devlete hizmet için harcayan Hasan Paşa Kasımpaşa'da leventleri itaat altına almak adına kıyıda Kalyoncu Kışlası'nı ve camisini inşa ettirdi. Tekirdağ'da cami, hamam ve çeşme; adalarda çeşmeler ve Truva harabelerinin bulunduğu yerde bir hisar inşa ettirdi. Ayrıca katıldığı seferler hakkında bilgiler içeren bir eser Çakeri-i Yemeni tarafından Gazavat-ı Hasan Paşa adıyla kaleme alındı. 
Kaynak : Vikipedi


SADRAZAM TEKİRDAĞLI BEKRİ MUSTAFA PAŞA:
Tekirdağlı Bekri Mustafa Paşa ya da Tekfur-Dağlı Bekri Mustafa Paşa, II. Süleyman saltanatında, 2 Mayıs 1688 - 25 Ekim 1689 tarihleri arasında bir yıl beş ay yirmi dört gün sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.
Yeniçeri ocağında yetişmişti. Tanınmış yeniçeri ağası Bektaş Ağa'nın hazinedarı oldu. Sonra "çorbacı", yani bir orta (bölük) komutanı, olarak yeniçeri subayı oldu. Ocakta bu suretle ilerliyerek 1679'da yeniçeri ağası oldu. 1681'de vezir rütbesi verildi.
Viyana Kuşatması'ndan sonra Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın Belgrad'da idamı edilmesinden sonra sadrazam olan Bayburtlu Kara İbrahim Paşa sedareti döneminde 1683'de Avusturya cephesinde Macaristan'da bulunan Osmanlı orduları serdarı tayin edildi. Fakat yeteneksiz ve güçsüz bir kişi olduğu için yaptığı harekat devamlı olarak düşmandan çekilmek ve kaçmak oldu.
Bu komuta yeteneksizliği nedeniyle serdarlıktan azledildi. Kanije valiliği görevi verildi.
1687'de ise ikinci defa yeniçeri ağalığına getirildi. Sonra Çanakkale Boğazı koruyucu olarak Seddül-bahir Muhafızlığına tayin edildi.
2 Mayıs 1688'de Ayaşlı Nişancı İsmail Paşa'nın sedaretten azli üzerine sadrazam oldu.
Bekri Mustafa Paşa sedaret döneminde Avusturya ordularına karşı çok kötü yenilgiler ortaya çıktı. 6 Eylül 1688'de Istoln-i Belgrad kalesi düştü; bunu 8 Eylül'de Belgrad'ın düşmesi takip etti. Ertesi yıl Sadrazam ve padişah 6 Haziran 1689'da Avusturya Seferi'ne çıktılar ama Bekri Mustafa Pasa Sofya'dan ileri gitmedi. Avusturya orduları Balkanlara Niş'e doğru sarkmaya başladılar; 30 Agustos 1689'da Batucina Bozgunu çıktı ve 24 Eylul 1688'de Nis Bozgunu takip etti ve Nis kaybedildi.
Bu arada Lehistan'a karşı Kamice kalesi 4 Agustos 1688'de kuşatmadan kurtarıldı. Vendiklilerin Eğriboz kuşatması 10 Ekim 1688'de kaldırıldı ve Venedikliler 20 Mayis 1689'da Eğribozdan tamamen sökülüp atıldılar. Kırım'a ilerleyen Rus ordularını Ur-Kapı'da Kırım Hanı Selim Giray 10 Haziran 1689'da durdurdu. 8 Temmuz 1689'da Orsova kalesi ele geçirildi.
Bu askeri harekat ve genellikle gerileme döneminde özellikle ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için gereken yüksek mali fonları bulmaya çare olarak Osmanlı tarihinde ilk defa tütün vergisi getirildi. Daha sonra da içki vergisi, imdadiye adlı hanelere salgın akçesi, avarız angaryaları adıyla yeni vergiler koyduruldu.
Bir yenilik de ilk defa mangır adlı ufak değerde bir bakır sikkenin darp edilmesi idi. İlk darpedilişte 2 mangır 1 akçeye eşit kabul edilmekte idi.
Aldığı bu mali tedbirlerin ağırlığının yarattığı hoşnutsuzluk ve kendi döneminde birçok önemli kalenin (Belgrad, Nis kaleleri gibi) düşman eline geçmesiyle birlikte görevinden azledilmiştir.
Bekri Mustafa Paşa azledildiği zaman Sofya'da bulunmakta idi. Cok gecmeden Sadrazam tayin edilen Köprülü Fazıl Mustafa Paşa ondan mühr-ü humayunu almak için kapıcılar kethüdasını Sofya'ya göndermişti. Fakat kapıcılar kethudası Bekri Mustafa Paşa'yı Sofya'da geri bırakıp mühürü İstanbul'a sadrazam Fazil Mustafa Paşa'ya getirdiğinde niçin eski sadrazamı da getirmediği sorulup yeni sadrazam tarafından dayakla cezalandırılmıştı. Böylece anlaşılmıştır ki Fazıl Mustafa Paşa eski sadrazamın idam edilmesini istemişti.
Fakat Bekri Mustafa Paşa azledildikten sonra emekliye ayrıldı ve Sofya'dan Bostancıbaşı ve 50 kadar bostancı ile birlikte Malkara'a sürgüne gönderildi.
Bekri Mustafa Paşa Ocak 1690'da Malkara'da ansızın beklenmedik bir şekilde öldü. Ölümünde yaşının 70'ini geçkin olduğu bildirilmektedir.
Kaynak : Vikipedi   

TEKİRDAĞLI HÜSEYİN PEHLİVAN



TEKİRDAĞLI HÜSEYİN PEHLİVAN
Ünlü sporcularımız içerisinde Türk güreşine damgasını vuran 1934-1942 yılları arasında 9 yıl üst üste olmak üzere toplam 13 yıl Kırkpınar başpehlivanlığını elde eden Cihan pehlivanı Hüseyin Pehlivan (Hüseyin ALKAYA) vardır. Bu rekoru kıran henüz olmamıştır.

Baş Pehlivanlığı 13 yıl muhafaza eden Tekirdağlı Hüseyin Pehlivanı tanımayan onun ününü duymayan yok gibidir. Tekirdağ adını bütün Türk halkına tanıtan Hüseyin Pehlivan 1908 yılında Kırcaali’nin Alkaya köyünde doğmuş 14 yaşında güreşe başlamış ve 1927 yılında ailesiyle Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç ederek Tekirdağ’a yerleşmiştir. Dolayısıyla bundan sonra da Tekirdağlı lakaplarıyla ün bulmuştur.kendisi aynı zamanda Koca Yusuf’un çırağıdır. Hüseyin Pehlivan 10 Şubat 1982 yılında vefat etmiştir.

Tekirdağlı hemşerileri Hüseyin Pehlivan’ın heykelini şehre giriş kavşağına dikerek (Cumhuriyet Meydanı) Ona karşı kadirşinaslık örneği vermişlerdir.

Onu şimdi 8 Kasım 1946 tarihinde kendi dilinden tanımaya çalışalım.

“1324-1908 yılında Kırcaali’nin Alkaya köyünde doğdum. Sayadım köyümün adıdır. Babam Osman çiftçilik ve bakkallık ederdi. Güreşe meraklı olmakla birlikte yalnız bayramlarda güreşirdi. Aynı köyde ve ellibeş yaşında öldü. Bende ilk güreş merakı ağabeylerim Ali ve Bekir’den görerek başladı. On dört yaşıma gelince her ikisini yendim. Kardeşlerim çok kabiliyetli olduğumu görünce beni hiçbir işe sokmadılar. Biz çalışırız sen güreşi ilerlet dediler. On beş yaşımda evlendim. On dokuz yaşıma geldiğimde civarımızdaki bütün pehlivanları yenmiş bulunuyordum. Bulgaristan’da son güreşimi Elmalı yaylasında Koşukavak panayırında 120 kiloluk bir Bulgar ile yaptım. Bulgarı üst üste birkaç defa yendiğim halde kabul edilmedi. Üstelik gece beni öldürmeye kalktılar. Bunun üzerine pasaport alarak ailem ile 1927’de Tekirdağ’a geldim. Çiftlikönü mahallesinde bir ev tuttum. Bir gün bu ev üzerimize yıkıldı.kayınpederim ve kayınvalidem, baldızımın iki kızı, üç komşu kadın öldüler. Allah karımı ve çocuklarımı esirgedi. Tekirdağ’da yaptığım güreşlerde yenildim. Beni 1929’da yenenlerin başında Uzunköprülü Hüseyin gelir.

Bunun üzerine hayatımı kazanmak için çapaya gittim. Bu sıralarda yeni harfleri okuyup yazmayı öğrendim. Memleketimde yalnız bir yıl okula gitmiş eski yazıyı bile belleyememiştim. Ailemi geçindirmek için bir yandan mütemadiyen çalışıyor fakat güreşten kendimi alamıyordum. 1929 Ramazanında İstanbul’a gittim. On beş gün güreştim. Ramazan’ın on beşinden sonra Bayburtlu Kara Yusuf benimle beraber dört genç pehlivanı Samsun’a götürdü. Samsun ve civarında dört ay kaldık. Hiç para kazanamadım fakat pehlivanlıkta piştim. Samsun’dan sonra ilk güreşimi Düzce’de yaptım. Burada Baş Pehlivan Cemal ile karşılaştım ve başaltına güreştim. Güreşimiz 6 saat sürdü ve yenişemedik. Bundan sonra beni hep başa güreştirdiler. Güreşlerini dikkatle takip ettiğim ve beraber gezerek faydalandığım ustalarım Mandıralı Ahmet, Kara Ali Manisalı Rıfat, Çoban Mehmet’ten başka Mülayim, Cemal, Çoban Mahmut, Molla Mehmet, Şumnulu Arif gibi rakipler ile karşılaştım. Bunla arasında 1929’dan 1933’e kadar birçok güreşler yaptım ve kendimi ezdirmedim. 1933’ten sonra aramız ciddileşti. Daima mertçe tutuştuk. Nihayet 1936’da Eminönü Halk Evi Başpehlivanlık güreşi tertip etti. Burada 1935’in baş pehlivanı Kara Ali’yi Mülayimi, Afyonlu Süleyman’ı Arif’i yenerek başpehlivanlık kemerini aldım. Taksimde üst üste üç yıl tekrarlanan bu güreşleri daima kazandım.

Büyük Atatürk başarılarıma alaka gösterdi. Beni Çoban Mehmet ve Büyük Mustafa ile Florya’ya çağırarak güreştirdi. Bizi iltifatları ve bahşişleriyle sevindirdi.

1938 kışında, organizatör Asım Rıdvan ile Paris’e gittim. Önce derecemin anlaşılması için hususi kulüplerde elli pehlivan ile güreştim. Bir hafta içinde ve geceleri oldu. Karşıma çıkanları en çok on dakikada yendim. Sonra Finlandiyalı, Bulgar ve Fransız olmak üzere dört tanınmış pehlivan ile otuz bin seyirci önünde karşılaştım. Dördünü de on beşer dakikada yere vurdum.

Bunu üzerine organizatör Raul Paul beni odasına çağırdı. Fransız şampiyonu deglen ile yapacağım üç maçı kaybedersem on bin Türk lirası vereceğini söyledi. Damarlarımdaki Türk kanı buna asla müsaade etmedi. Yabancı bir memlekette baş pehlivan sıfatıyla temsil etmekte bulunduğum şerefi her şeyin üstünde olduğundan bu şeref için almak değil her şeyimi vermeğe her an hazır olduğumdan teklifi derhal reddettim. Mertçe karşılaşmama imkan verilmedi. Memleketime döndüm.

1939 Kırkpınar güreşlerinde Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü tarafından Kurt Dereli Mehmet pehlivan adına altın bir kemer ortaya kondu. Bu kemer üst üste üç yıl baş pehlivanlığı muhafaza edenin olacaktı. Azmim ve kuvvetim ile bunda da muvaffak oldum ve kemeri aldım. 1942 Kırkpınar güreşlerinde Babaeskili İbrahim baş pehlivan ilan edildi ise de sonra onu birkaç kere yendim. Bilhassa Afyonda bir dakikada sırtını yere getirdim.

Şimdi otuz sekiz yaşındayım. Yüz on kiloyum. Boyum 178 ensem 52 santimdir. Kuvvetimden hiçbir şey kaybetmedim. Karşıma çıkacak her pehlivanı yenmeğe hazırım. Baş pehlivan oluncaya dek en büyük rakibim Mülayim idi. Onunla belki elli güreş yaptım. Önce çorluda yendim sonra karşımda dayanamadı. Baş pehlivan oluncaya kadar hiçbir resmi ve hususi yardım görmedim. Türkiye’ye gelince yuvamı sevdiğim Tekirdağ’da kurup geliştirdiğim için kendimi Tekirdağlı olarak tanıttım. Tekirdağ vilayeti kendisine kazandırdığım şerefe mukabil bana bir ev hediye etmek istedi. General Kemal Balıkesir ve Vali Sakıp Beygo’nun teşebbüsleri ile işe başlandı. Fakat harp dolayısıyla Sayın General Tekirdağ’dan ayrılınca inşaat yüz üstü kaldı. Belediye kamyonlarının getirdiği birkaç metre küp taş ile Tekirdağ şoförlerinin taşıdığı kumdan başka yardım görmedim. Planı genişçe tutulan bu evi yalnız başıma yaptırmak zorunda kaldım. Bununla beraber bir ev sahibi olmama yol açan ve yardım eden şahıslara teşekkür borcumdur. Bugün içinde rahat ediyor ve birkaç kuruş kira alıyorum. Besim, Muhsin, Metin adlarında üç oğlum, Ayten adında bir kızım var.

Pehlivanlıkta esas kuvvet ve akıldır. İnsanın akıllısıpehlivan olur sözü bu sporu sevmeyenlerin uydurmasıdır ve yanlıştır. Bütün sporcular gibi ben de sağlam kafanın sağlam vücutta bulunacağına inanıyorum. Güreşte aklın rolü büyüktür. Sade kuvvet ile galip gelinmez. Güreşte yüz altmışaltı oyun vardır. Bunları yerine ve adamına göre kullanmak bir zeka işidir. Ben şimdiye kadar hiç içki kullanmadım. Hatta kahve bile içmedim. Ama artık bunları tek tük yapıyorum. Diğer pehlivanlarımıza bakarak benim bilhassa belim ve ensem kuvvetlidir, göğsüm geniştir. Yaptığım asıl güreş serbest güreştir. Devletçe ehemmiyet verilen alafranga, halkın sevdiği yağlı güreşlerdir. Yenilerden Yaşar Doğu’yu ve Celal Atik’i beğeniyorum. Yağlıda Babaeskililer; Sındırgılı Şerif, Karacabeyli Hayati, Lüleburgazlı Ali ve Ahmet, Hayrabolulu Süleyman, Manisalı Halil aynı ayardadırlar. Şimdi İngiltere’ye ve Amerika’ya gitmek, Türkün malum kuvvetini onlara da göstermek istiyorum…

Şuan Tekirdağ’da TRT Muhabirliği ve Video Kayıt İşleri ile uğraşan Tekirdağ’ı Hüseyin Pehlivan(Aklaya)nın torunu Sinan Aklaya Dedesinin Heykelinin ve Hayrabolu yolundaki Mezarlıkta bulunan Kabri Başında her yıl dualar okunarak Tekirdağ ismini güreş tarihine altın harflerle yazdıran 13 yıl Kırkpınar baş pehlivanı olan dedesi ile gurur duyduğunu belirtti.

Aydınlar Ocağı Başkanı Ersin Bilmeç’te Tekirdağ’lı Hüseyin Pehlivan(Aklaya)nın İnönü İlk Okulu bahçesinde İtalyan Güreşçiyi Yendiği müsabakayı ve şimdiki Zübeyde hanım çaybahçesi yerinde olan Bayram yerinde yine bir yabancı güreşçi ile son dönemlerindeki yaptığı güreşi anı olarak anlatmaktadır.

Hiç yorum yok: