https://www.turkiye.gov.tr https://www.facebook.com/Tekirdağ Fotoğrafları https://twitter.com/tekirdagsehri/ https://plus.google.com/+TEK%C4%B0RDA%C4%9E%C5%9EEHR%C4%B0 http://tekirdagsehri.wordpress.com/ http://www.flickr.com/tekirdagresimleri http://www.youtube.com/tekirdagsehri http://www.belgeselizle.com/

Tekirdağ'lı Tarihi Kişiler



Kaptanı Derya Tekirdağ’lı Gazi Hasan Paşa:
Her ne kadar Cezayirli Gazi Hasan Paşa adı ile tanınmış ise de aslen Tekirdağ’lıdır. Büyük ve dikkatli bir tarihçi olan Cevdet Paşa ile Netayic-ül Vukuat yazarı Mustafa Paşa ve Enveri Tekirdağ’lı olduğunu bildirirler.

Cezayirli Gazi Hasan Paşa, (d.1713 - ö.17 Mart 1790) III. Selim saltanatında 3 Aralık 1789 - 17 Mart 1790 tarihleri arasında sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamı ve askeridir. Evcilleştirdiği bir aslan ile birlikte dolaşması ile meşhur olmuştur. Palabıyık lakabı ile anılırdı.

1713'te Rodosto, günümüzde Tekirdağ'da doğdu. Bazı kaynaklarda aslen Balkanlı Pomak olduğu bildirilmektedir. Gençliğinde Cezayir ocaklarına yazılıp, orada yükselerek Tlemsen Beyliği'ne getirilmesi dolayısyla "Cezayirli" lakabını almıştır. Osmanlı-Rus ve Avusturya savaşının devam ettiği 1738 yılında,Yeniçeri Ocağı'na kaydoldu ve bazı muharebelere katıldı. Belgrad'ın kuşatılması sırasında gayret ve cesaretini gösterdi.

Nisan 1761'da kalyon kaptanı olarak Osmanlı donanmasına giren Hasan Paşa,1762'de riyale,1766'da patrona ve bir yıl sonra da kapudane rütbesine kadar yükseldi. 6 Temmuz 1770'te Çeşme Deniz Savaşı'nda Rusların Osmanlı donanmasını yaktığı haberini, Çanakkale Boğazı'na kadar gelerek bildiren Hasan Paşa'ya, beylerbeyi rütbesi verildi. Rusların Çeşme faciasından sonra Limni Adası'nı kuşatması üzerine, adaya giderek oranın savunmasını üstlendi. Rusları adadan uzaklaştırmayı başardı.

Bu başarısından dolayı vezirlik rütbesiyle kaptan-ı derya tayin edildi. 22 Ekim 1770 - 27 Şubat 1774 tarihleri arası kaptan-i derya olarak görev yaptı. Sonra Anadolu Valiliğine ve kısa bir süre sonra Rusçuk seraskerliğine atandı. Ama Temmuz 1774 sonunda tekrar kaptan-ı deryalığa getirildi ve 19 Aralık 1789 tarihine kadar Kaptan-ı derya olarak görev yaptı. Boğaz seraskerliği görevini de yaptı. 1773'te Sultan III. Mustafa ve sadrazamı ile birlikte sonradan Deniz Harp Akademisi adını alacak Türkiye'nin ilk askeri denizcilik okulunu kurdurdu. Devlet idaresinin zayıflığı dolayısıyla yerel olarak idareyi ellerine alan Doğu Akdeniz bölgesi ayanlarıyla uğraştı. 1775'te Akka'yı geri aldı ve 1787'de Mısır'daki kölemen beylerini Kahire'den çıkarmayı başardı. 1789'da Rus Karadeniz donanmasını mağlup etti. 1789'da Özi kalesinin Ruslara eline düşmesi üzerine, muhaliflerinin aleyhinde yaptıkları propagandalar sonucu kaptan-ı deryalıktan azledildi.

Sultan III. Selim zamanında İsmail Kalesine serasker olan Hasan Paşa, gösterdiği başarılardan sonra sadrazam ve serdar-ı ekrem tayin edildi.

Hayatı sürekli cephede geçen Gazi Hasan Paşa,19 Mart1790'da Şumnu'da vefat etti.

Devlete sadık, gayretli ve sözünü esirgemeyen bir kişi olan Cezayirli Gazi Hasan Paşa, mal varlığının büyük çoğunluğunu devlet işlerine harcamış, öldüğünde tahminlerin çok altında bir servet bırakmıştır. Ayrıca cömertliğiyle de bilinen paşa Osmanlı-Rus Savaşı çıktığında sefer masrafları için devlete 12.000 kese altın bağışlamıştır. Çeşme Kalesi önünde Cezayirli Gazi Hasan Paşa heykeli bulunmaktadir.
Kaynak : Vikipedi
Sadrazam Tekirdağ’lı Bekri Mustafa Paşa:
Tekirdağlı Bekri Mustafa Paşa ya da Tekfur-Dağlı Bekri Mustafa Paşa, II. Süleyman saltanatında, 2 Mayıs 1688 - 25 Ekim 1689 tarihleri arasında bir yıl beş ay yirmi dört gün sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.
Yeniçeri ocağında yetişmişti. Tanınmış yeniçeri ağası Bektaş Ağa'nın hazinedarı oldu. Sonra "çorbacı", yani bir orta (bölük) komutanı, olarak yeniçeri subayı oldu. Ocakta bu suretle ilerliyerek 1679'da yeniçeri ağası oldu. 1681'de vezir rütbesi verildi.
Viyana Kuşatması'ndan sonra Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın Belgrad'da idamı edilmesinden sonra sadrazam olan Bayburtlu Kara İbrahim Paşa sedareti döneminde 1683'de Avusturya cephesinde Macaristan'da bulunan Osmanlı orduları serdarı tayin edildi. Fakat yeteneksiz ve güçsüz bir kişi olduğu için yaptığı harekat devamlı olarak düşmandan çekilmek ve kaçmak oldu.
Bu komuta yeteneksizliği nedeniyle serdarlıktan azledildi. Kanije valiliği görevi verildi.
1687'de ise ikinci defa yeniçeri ağalığına getirildi. Sonra Çanakkale Boğazı koruyucu olarak Seddül-bahir Muhafızlığına tayin edildi.
2 Mayıs 1688'de Ayaşlı Nişancı İsmail Paşa'nın sedaretten azli üzerine sadrazam oldu.
Bekri Mustafa Paşa sedaret döneminde Avusturya ordularına karşı çok kötü yenilgiler ortaya çıktı. 6 Eylül 1688'de Istoln-i Belgrad kalesi düştü; bunu 8 Eylül'de Belgrad'ın düşmesi takip etti. Ertesi yıl Sadrazam ve padişah 6 Haziran 1689'da Avusturya Seferi'ne çıktılar ama Bekri Mustafa Pasa Sofya'dan ileri gitmedi. Avusturya orduları Balkanlara Niş'e doğru sarkmaya başladılar; 30 Agustos 1689'da Batucina Bozgunu çıktı ve 24 Eylul 1688'de Nis Bozgunu takip etti ve Nis kaybedildi.
Bu arada Lehistan'a karşı Kamice kalesi 4 Agustos 1688'de kuşatmadan kurtarıldı. Vendiklilerin Eğriboz kuşatması 10 Ekim 1688'de kaldırıldı ve Venedikliler 20 Mayis 1689'da Eğribozdan tamamen sökülüp atıldılar. Kırım'a ilerleyen Rus ordularını Ur-Kapı'da Kırım Hanı Selim Giray 10 Haziran 1689'da durdurdu. 8 Temmuz 1689'da Orsova kalesi ele geçirildi.
Bu askeri harekat ve genellikle gerileme döneminde özellikle ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için gereken yüksek mali fonları bulmaya çare olarak Osmanlı tarihinde ilk defa tütün vergisi getirildi. Daha sonra da içki vergisi, imdadiye adlı hanelere salgın akçesi, avarız angaryaları adıyla yeni vergiler koyduruldu.
Bir yenilik de ilk defa mangır adlı ufak değerde bir bakır sikkenin darp edilmesi idi. İlk darpedilişte 2 mangır 1 akçeye eşit kabul edilmekte idi.
Aldığı bu mali tedbirlerin ağırlığının yarattığı hoşnutsuzluk ve kendi döneminde birçok önemli kalenin (Belgrad, Nis kaleleri gibi) düşman eline geçmesiyle birlikte görevinden azledilmiştir.
Bekri Mustafa Paşa azledildiği zaman Sofya'da bulunmakta idi. Cok gecmeden Sadrazam tayin edilen Köprülü Fazıl Mustafa Paşa ondan mühr-ü humayunu almak için kapıcılar kethüdasını Sofya'ya göndermişti. Fakat kapıcılar kethudası Bekri Mustafa Paşa'yı Sofya'da geri bırakıp mühürü İstanbul'a sadrazam Fazil Mustafa Paşa'ya getirdiğinde niçin eski sadrazamı da getirmediği sorulup yeni sadrazam tarafından dayakla cezalandırılmıştı. Böylece anlaşılmıştır ki Fazıl Mustafa Paşa eski sadrazamın idam edilmesini istemişti.
Fakat Bekri Mustafa Paşa azledildikten sonra emekliye ayrıldı ve Sofya'dan Bostancıbaşı ve 50 kadar bostancı ile birlikte Malkara'a sürgüne gönderildi.
Bekri Mustafa Paşa Ocak 1690'da Malkara'da ansızın beklenmedik bir şekilde öldü. Ölümünde yaşının 70'ini geçkin olduğu bildirilmektedir.
Kaynak : Vikipedi


Hüseyin Pehlivan
Ünlü sporcularımız içerisinde Türk güreşine damgasını vuran 1934-1942 yılları arasında 9 yıl üst üste olmak üzere toplam 13 yıl Kırkpınar başpehlivanlığını elde eden Cihan pehlivanı Hüseyin Pehlivan (Hüseyin ALKAYA) vardır. Bu rekoru kıran henüz olmamıştır.

Baş Pehlivanlığı 13 yıl muhafaza eden Tekirdağlı Hüseyin Pehlivanı tanımayan onun ününü duymayan yok gibidir. Tekirdağ adını bütün Türk halkına tanıtan Hüseyin Pehlivan 1908 yılında Kırcaali’nin Alkaya köyünde doğmuş 14 yaşında güreşe başlamış ve 1927 yılında ailesiyle Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç ederek Tekirdağ’a yerleşmiştir. Dolayısıyla bundan sonra da Tekirdağlı lakaplarıyla ün bulmuştur.kendisi aynı zamanda Koca Yusuf’un çırağıdır. Hüseyin Pehlivan 10 Şubat 1982 yılında vefat etmiştir.

Tekirdağlı hemşerileri Hüseyin Pehlivan’ın heykelini şehre giriş kavşağına dikerek (Cumhuriyet Meydanı) Ona karşı kadirşinaslık örneği vermişlerdir.

Onu şimdi 8 Kasım 1946 tarihinde kendi dilinden tanımaya çalışalım.

“1324-1908 yılında Kırcaali’nin Alkaya köyünde doğdum. Sayadım köyümün adıdır. Babam Osman çiftçilik ve bakkallık ederdi. Güreşe meraklı olmakla birlikte yalnız bayramlarda güreşirdi. Aynı köyde ve ellibeş yaşında öldü. Bende ilk güreş merakı ağabeylerim Ali ve Bekir’den görerek başladı. On dört yaşıma gelince her ikisini yendim. Kardeşlerim çok kabiliyetli olduğumu görünce beni hiçbir işe sokmadılar. Biz çalışırız sen güreşi ilerlet dediler. On beş yaşımda evlendim. On dokuz yaşıma geldiğimde civarımızdaki bütün pehlivanları yenmiş bulunuyordum. Bulgaristan’da son güreşimi Elmalı yaylasında Koşukavak panayırında 120 kiloluk bir Bulgar ile yaptım. Bulgarı üst üste birkaç defa yendiğim halde kabul edilmedi. Üstelik gece beni öldürmeye kalktılar. Bunun üzerine pasaport alarak ailem ile 1927’de Tekirdağ’a geldim. Çiftlikönü mahallesinde bir ev tuttum. Bir gün bu ev üzerimize yıkıldı.kayınpederim ve kayınvalidem, baldızımın iki kızı, üç komşu kadın öldüler. Allah karımı ve çocuklarımı esirgedi. Tekirdağ’da yaptığım güreşlerde yenildim. Beni 1929’da yenenlerin başında Uzunköprülü Hüseyin gelir.

Bunun üzerine hayatımı kazanmak için çapaya gittim. Bu sıralarda yeni harfleri okuyup yazmayı öğrendim. Memleketimde yalnız bir yıl okula gitmiş eski yazıyı bile belleyememiştim. Ailemi geçindirmek için bir yandan mütemadiyen çalışıyor fakat güreşten kendimi alamıyordum. 1929 Ramazanında İstanbul’a gittim. On beş gün güreştim. Ramazan’ın on beşinden sonra Bayburtlu Kara Yusuf benimle beraber dört genç pehlivanı Samsun’a götürdü. Samsun ve civarında dört ay kaldık. Hiç para kazanamadım fakat pehlivanlıkta piştim. Samsun’dan sonra ilk güreşimi Düzce’de yaptım. Burada Baş Pehlivan Cemal ile karşılaştım ve başaltına güreştim. Güreşimiz 6 saat sürdü ve yenişemedik. Bundan sonra beni hep başa güreştirdiler. Güreşlerini dikkatle takip ettiğim ve beraber gezerek faydalandığım ustalarım Mandıralı Ahmet, Kara Ali Manisalı Rıfat, Çoban Mehmet’ten başka Mülayim, Cemal, Çoban Mahmut, Molla Mehmet, Şumnulu Arif gibi rakipler ile karşılaştım. Bunla arasında 1929’dan 1933’e kadar birçok güreşler yaptım ve kendimi ezdirmedim. 1933’ten sonra aramız ciddileşti. Daima mertçe tutuştuk. Nihayet 1936’da Eminönü Halk Evi Başpehlivanlık güreşi tertip etti. Burada 1935’in baş pehlivanı Kara Ali’yi Mülayimi, Afyonlu Süleyman’ı Arif’i yenerek başpehlivanlık kemerini aldım. Taksimde üst üste üç yıl tekrarlanan bu güreşleri daima kazandım.

Büyük Atatürk başarılarıma alaka gösterdi. Beni Çoban Mehmet ve Büyük Mustafa ile Florya’ya çağırarak güreştirdi. Bizi iltifatları ve bahşişleriyle sevindirdi.

1938 kışında, organizatör Asım Rıdvan ile Paris’e gittim. Önce derecemin anlaşılması için hususi kulüplerde elli pehlivan ile güreştim. Bir hafta içinde ve geceleri oldu. Karşıma çıkanları en çok on dakikada yendim. Sonra Finlandiyalı, Bulgar ve Fransız olmak üzere dört tanınmış pehlivan ile otuz bin seyirci önünde karşılaştım. Dördünü de on beşer dakikada yere vurdum.

Bunu üzerine organizatör Raul Paul beni odasına çağırdı. Fransız şampiyonu deglen ile yapacağım üç maçı kaybedersem on bin Türk lirası vereceğini söyledi. Damarlarımdaki Türk kanı buna asla müsaade etmedi. Yabancı bir memlekette baş pehlivan sıfatıyla temsil etmekte bulunduğum şerefi her şeyin üstünde olduğundan bu şeref için almak değil her şeyimi vermeğe her an hazır olduğumdan teklifi derhal reddettim. Mertçe karşılaşmama imkan verilmedi. Memleketime döndüm.

1939 Kırkpınar güreşlerinde Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü tarafından Kurt Dereli Mehmet pehlivan adına altın bir kemer ortaya kondu. Bu kemer üst üste üç yıl baş pehlivanlığı muhafaza edenin olacaktı. Azmim ve kuvvetim ile bunda da muvaffak oldum ve kemeri aldım. 1942 Kırkpınar güreşlerinde Babaeskili İbrahim baş pehlivan ilan edildi ise de sonra onu birkaç kere yendim. Bilhassa Afyonda bir dakikada sırtını yere getirdim.

Şimdi otuz sekiz yaşındayım. Yüz on kiloyum. Boyum 178 ensem 52 santimdir. Kuvvetimden hiçbir şey kaybetmedim. Karşıma çıkacak her pehlivanı yenmeğe hazırım. Baş pehlivan oluncaya dek en büyük rakibim Mülayim idi. Onunla belki elli güreş yaptım. Önce çorluda yendim sonra karşımda dayanamadı. Baş pehlivan oluncaya kadar hiçbir resmi ve hususi yardım görmedim. Türkiye’ye gelince yuvamı sevdiğim Tekirdağ’da kurup geliştirdiğim için kendimi Tekirdağlı olarak tanıttım. Tekirdağ vilayeti kendisine kazandırdığım şerefe mukabil bana bir ev hediye etmek istedi. General Kemal Balıkesir ve Vali Sakıp Beygo’nun teşebbüsleri ile işe başlandı. Fakat harp dolayısıyla Sayın General Tekirdağ’dan ayrılınca inşaat yüz üstü kaldı. Belediye kamyonlarının getirdiği birkaç metre küp taş ile Tekirdağ şoförlerinin taşıdığı kumdan başka yardım görmedim. Planı genişçe tutulan bu evi yalnız başıma yaptırmak zorunda kaldım. Bununla beraber bir ev sahibi olmama yol açan ve yardım eden şahıslara teşekkür borcumdur. Bugün içinde rahat ediyor ve birkaç kuruş kira alıyorum. Besim, Muhsin, Metin adlarında üç oğlum, Ayten adında bir kızım var.

Pehlivanlıkta esas kuvvet ve akıldır. İnsanın akıllısıpehlivan olur sözü bu sporu sevmeyenlerin uydurmasıdır ve yanlıştır. Bütün sporcular gibi ben de sağlam kafanın sağlam vücutta bulunacağına inanıyorum. Güreşte aklın rolü büyüktür. Sade kuvvet ile galip gelinmez. Güreşte yüz altmışaltı oyun vardır. Bunları yerine ve adamına göre kullanmak bir zeka işidir. Ben şimdiye kadar hiç içki kullanmadım. Hatta kahve bile içmedim. Ama artık bunları tek tük yapıyorum. Diğer pehlivanlarımıza bakarak benim bilhassa belim ve ensem kuvvetlidir, göğsüm geniştir. Yaptığım asıl güreş serbest güreştir. Devletçe ehemmiyet verilen alafranga, halkın sevdiği yağlı güreşlerdir. Yenilerden Yaşar Doğu’yu ve Celal Atik’i beğeniyorum. Yağlıda Babaeskililer; Sındırgılı Şerif, Karacabeyli Hayati, Lüleburgazlı Ali ve Ahmet, Hayrabolulu Süleyman, Manisalı Halil aynı ayardadırlar. Şimdi İngiltere’ye ve Amerika’ya gitmek, Türkün malum kuvvetini onlara da göstermek istiyorum…

Şuan Tekirdağ’da TRT Muhabirliği ve Video Kayıt İşleri ile uğraşan Tekirdağ’ı Hüseyin Pehlivan(Aklaya)nın torunu Sinan Aklaya Dedesinin Heykelinin ve Hayrabolu yolundaki Mezarlıkta bulunan Kabri Başında her yıl dualar okunarak Tekirdağ ismini güreş tarihine altın harflerle yazdıran 13 yıl Kırkpınar baş pehlivanı olan dedesi ile gurur duyduğunu belirtti.

Aydınlar Ocağı Başkanı Ersin Bilmeç’te Tekirdağ’lı Hüseyin Pehlivan(Aklaya)nın İnönü İlk Okulu bahçesinde İtalyan Güreşçiyi Yendiği müsabakayı ve şimdiki Zübeyde hanım çaybahçesi yerinde olan Bayram yerinde yine bir yabancı güreşçi ile son dönemlerindeki yaptığı güreşi anı olarak anlatmaktadır.

Hiç yorum yok: